Orada bir fil görüyorum. Sen de görüyor musun?

Hikayenin tamamını okumak istermisin?

Hikaye

Çok önemli ve gizli birşey varmış oralarda. Doğru yerde durup, doğru yöne dönüldüğünde, o şey, kişinin içindeki başka birşeyleri iyileştirirmiş.

Bir gün bir yetişkin ve bir çocuk aynı anda gelmişler onu bulmaya ve doğruya çok yaklaşmışlar. Yaklaştıkça artmış iyileşmeler, orada durmak ise artarak zorlaşmış. Fakat bunun için tartışmamaya karar verdiler. Yanyana durup, omuz omuza verip, geldikleri yöne doğru dönmüşler. Önlerinde taşlı topraklar, türlü engeller, uçurumlar, azgın dalgalar ve kuvvetli rüzgar varmış.

"Orada bir fil görüyorum. Sen de görüyor musun?" diye sormuş çocuk.

"Evet, ben de görüyorum."" diye cevap vermiş yetişkin. "Fakat tuzlu su içiyor denizden. Hatta bakınca sanki daha çok boğa veya akrebe benziyor."" demiş.

"Fark etmez!!"" demiş çocuk, "Önemli olan fili de görüyor olmamız."

Hikayemiz bir çocuk ile başlıyor, bir yetişkin ile değil. Bu çocuk hiç fillerin bulunmadığı, hatta zebraların, aslanların, antilop veya sırtlanların da olmadığı, Afrika veya Hindistan, veya Tayland değil de, Karadeniz'in sahillerinde bir balıkçı yerleşiminde oturuyordu. En sevdiği yemekler, sırasıyla bezelye ve pilav, patates ve köfte, beyaz peynir ve bol maydonozlu börekti. Büyünce iç bakla da olacaktı.

O gün Mustafa'ydı adı ve büyünce sevgilisi güneş, kendisi de kuyruklu yıldız olacaktı. Çoğunlukla doğaldı; doğadaki gibi erkeğin gösterişli, dişinin de daha sade olduğu gibi. Bu işleri biraz zorlaştırıyordu tabi. Hem kendisi, hem de etrafındakiler için.

Bazen komik, bazen delice komik, sonrasında bazen karanlık komik, kanlı ve karanlık komik, en on noktada da rezillik garantili.

Mustafa metaforları çok kullanırdı. Karmaşık yaşam algoritmalarını hazfızasında tutabilmek için, onlara görsel sembolik bir değer biçmek, boyutları olan kütleler gibi tanımlamak, aklını hızlı kullamasına yarıyordu. Hatta başka türlü nasıl kullanabileceğini öğrenememişti, vebundan ötürü de bu metaforları kullanmayı sever, sürekli birbirleriyle ilişkilendirip geliştirirdi.

Müziğe merak vardı ve büyünce de bir ozan gibi oldu. Bir gün o Ozan, Mustafa'yı kaybetti. Üstünden uzun zamanlar geçti. Tesadüf bu ya, bir zaman sonra tekrar buldu yetişkin o çocuğu ve kaybetmemek için onu sımsıkı tutması gerektiğini anlamıştı. Karşılaştıkları yer ise hiç tesadüf değildi. Her yönüyle tanıdıktı oraya benzer yerler.

Çok önemli ve gizli birşey varmış oralarda. Doğru yerde durup, doğru yöne dönüldüğünde, o şey, kişinin içindeki başka birşeyleri iyileştirirmiş. Zaten iyise bile, daha da iyileşirmiş. Epeyi de ziyaretçisi olurmuş o şeyin, özellikle de doğru yere en yakın alanlarda.

Bir gün bir yetişkin ve bir çocuk aynı anda gelmişler onu bulmaya ve doğruya çok yaklaşmışlar. Yaklaştıkça artmış iyileşmeler, orada durmak ise artarak zorlaşmış. Fakat bunun için tartışmamaya karar verdiler. Yanyana durup, omuz omuza verip, geldikleri yöne doğru dönmüşler. Önlerinde taşlı topraklar, türlü engeller, uçurumlar, azgın dalgalar ve kuvvetli rüzgar varmış. Ve anneler babalar, kardeşler, ve kardeş gibi arkadaşlar ve O! sevgili varmış, ve tabiki sadece insan olanlar da.

"Geldiğim yer kaledir." dedi adam.

"Evet, ve beni oraya getiren bir fil idi. Ölmeden iyileşmemiz lazım!"

"Her şeyimi riske edemem şu an. Etmek mi zorundayım?"

"Evet, böyle iyileşeceğiz."

"Tamam ne yapmam lazım şu an?"

"Orada bir fil görüyorum. Sen de görüyor musun?" diye sormuş çocuk.

İki ayrı kişi oldukları için, aynı anda, aynı doğru yerde olamazlardı tabi. Ama herşey mükemmel olamazdı zaten. Bu da mükkemmeldi aslında. Mükemmel bir fırsat anı!

"Evet, ben de görüyorum. diye cevap vermiş yetişkin. Fakat tuzlu su içiyor denizden. Hatta bakınca sanki daha çok boğa veya akrebe benziyor." demiş.

"Fark etmez!!" demiş çocuk, "Önemli olan fili de görüyor olmamız."

Bu fil, meşhur prensin de tanıdığı fil ise, boa yılanında mahsur kalmadan öncesinden mi, sonrasından mıydı? Aslında her iki zamandan biri olabilirdi. Ve yüksek ihtimalle bu mantık doğruydu. Ve çok sevindiler buna ikisi de.

"Peki," dedi ozan olan adam, "NEREDEN başlayacağım? Kendime çok güvenemiyorum. Ya zamanı yeterince yavaşlatamazsam? Ya iyilişmek bana bunu yapmam gerektiğini unutturursa? Hayal edemiyorum, edemem sanki. Dengeli olmazmış gibi." O anda gözgöze gelirler, rahat ve samimi.

"Biliyorsun işte. Tekrar Su içen Fil ile başlayabilirsin."

"Nasıl?"

"Kaleni hatırlıyor musun? İkimiz de oradan gelmiştik."

"Evet"

"Şimdi kayalıklara bak ve tekrar buraya gelmeyi dene. Ne görüyorsun?"

Sonra yakınlarda bulunan diğer insanlara da su içen fili gösterdiler. Zaman aktıkça herkes bunu tekrarlamış. Fil gidince de fikri kalmış geriye o mekanlarda. Mekanlar artık olmayınca fikrin mantığı kalmış. Unutulmamak için de o mantık, örüntünün sembolik değeri olmuş. Bir rüzgarın fikir babası gibi.

Nerede